Thursday, August 27, 2015

Güzel bir espressonun bir saat hatırı var

Öğlen yemeklerime yalnız çıkıyorum çünkü son ana kadar gitmek istediğim yeri kestiremiyor oluyorum. Karar verirken özgür olmak güzel bir şey. Bence oldukça boktan bir karar bile alsanız, bunun sadece sizin kararınız olması yani bu kararı alırken özgür olmanız her şeye bedel. Bir de ben her insanın günün belli bir gününde yalnız kalması gerektiğini düşünüyorum. Bilmiyorum herkese uyar mı bu, ama keşke uysa. Bu belli yalnız geçirilmesi gereken süre, çok değil bir iki saat olabilir bence uykuyu güzel almak kadar önemli. Dengeli beslenmenin pek bahsedilmeyen, saklı kalmış bir aşaması da diyebiliriz. Kişinin kendinden beslenmesi. Dolayısıyla kendini beslemesi.

Tamam kendimizden besleneceğiz ama yine de yemek yemeyeceği demek değil bu.  Bu hafta üçüncü kez Helvetia'ya gittim çünkü yemeklerin çeşitliliği, gelen hesap falan tamam güzel ama en önemlisi servisin süratinden ötürü yemeği çok hızlı aradan çıkarmam. Bu da bana biraz daha yürüme, ortasında doğup büyüdüğüm şehre bir kere daha bakma fırsatı veriyor. Şehrin gün ben gün değiştiğini hesaba kadar olacak olursak bu oldukça önemli bir fırsat, adeta bir lütuf.

Geçen gün anneme öğlenleri yemekten daha uzun bir süreyi yürüyüşe ayırdığımı söylediğimde duygulandı, oralarda hepimizin ayak izleri var dedi. Annem ve ailesi hayatlarının uzunca bir bölümünü Asmalımescit'te geçirmişler. Dedemin bu bölgede kasabı, manavı ve hatta bir dönem de küçük bir lokantası varmış. Oldukça çalışkan ve kuvvetli bir adam olan rahmetli dedem para kazandıkça yeni bir dükkan açar, açtığı dükkanın başına kardeşini, askerlik arkadaşını, aileden başka birisini falan koyarmış. Bu kişiler dedem gibi çalışkan olmadıkları için her seferinde sermayeyi eşeğe yüklerlermiş. Rahmetli dedem o kadar çok kere para batırıp yeniden çıkmış ki ticari hayatında süren bu karabatak durumu annemi çok huzursuz etmiş olacak ki benim her zaman bir memur olmamı istedi. Oldum da. Tam on sene. Ama özel şirkette iyi kazanan bir memur da olmuş olsam bu benim kararım değildi. Benim, daha önce de izah ettiğim gibi başıma iş açacak da olsa kendi alacağım saçma sapan kararlara ihtiyacım vardı. Çünkü bence insan ancak bu şekilde büyüyebilir ve yaşamın da bundan başka amacı yok. Her neyse, o gücü kendimde bulduğumda yanlış kararları aldım, bedelleri ödedim ama şimdi kendimi daha iyi hissediyorum, doğrusu bu.

Bugün işe gelirken yanıma kahve almayı unutmuşum. Günde iki kere french press'de demlediğim kahveyi içiyorum, alışkanlık yaptı. O sebeple yemeğin üzerine Şişhane'ye yakın bir yere konumlanmış olan kahveci "Drip"e gittim. Drip yeni nesil, çok farklı pişirme teknikleri ve birbirinden farklı tipte kahve çekirdekleri seçeneği sunan kahvecilerden birisi. Bu tarz yerleri seviyorum ama bazen kafam karışmıyor da değil. Yap oradan bir az şekerli, kahvesi de Mehmet Efendi'den olsun diyesim geldi. Basitliği çok özledik. Seçenek denizinde boğulduk ölüyoruz dostlar. Az şekerli dedim değil mi, sahi ben eskiden kahveyi az şekerli içerdim. Aslında orta severdim ama az şekerli demesi çok hoşuma giderdi. Sait Faik öyküsü gibi.

İlerleyen günlerde dedemle ilgili bir takım hoş hikayeler anlatacağım gibi, Sait Faik'in anlattığını düşündüğüm bir kahvede de -sade- Türk Kahvesi içeceğim. O benim gördüğüm kahve, Sait Faik'in anlattığı, bir gurup karadenizlinin aklı kıt arkadaşlarına türlü eziyetlerde bulundukları kahvehane değildir tabi olsun ama ben o niyete içeceğim. Var mı itirazı olan?

Son olarak, drip'e gitmişken bir de espresso içtim. 6 liralık espresso bütçemi bozuyor fakat pek de güzel. Ofiste de espresso pişirmek pek bir imkansız ama bir takım girişimlerim olacak.





2 comments:

  1. Kaptan, yeni blog hayırlı olsun. Yalnız izleyiciler/takipçiler eklentisini kurarsan takip etmek daha kolay olur bizim açımızdan. Sevgiler

    ReplyDelete
  2. teşekkür ederim. denedim ama başaramadım ya. tekrar bakacağım :)

    ReplyDelete