Friday, August 21, 2015

Seni yiyeceğim lahmacun

Bugün canım kebap çekti.

Ne kadar kısa ve net bi cümle değil mi. Canımız bazen kebap çeker. Sanki gerisini yazmak fuzuliymiş gibi hissettim. Böyle başka cümlelerde de vardır. “Sevgilimi Galatasaray maçına götürdüm” gibi. Ne büyük hata. “Film izlerken annem geldi” gibi. Kapat o televizyonu artık.

Bugün canım kebap çekti. Ben de Boğazkesen Caddesi üzerindeki  Peymane'ye doğru yola çıktım. İstiklal üzerinden Hollanda konsolosluğunu geçip soldan kıvrıla kıvrıla aşağı indim. Bu sokağın şöyle kuvvetli bir kar yağışından sonra kızakla kayılabilecek en güzel sokaklardan birisi olduğunu söyleyebilirim. Tabi kıvrılan bir sokak olduğu için bu işte biraz usta olmanız gerekebilir. Kızak nereden aklına geldi diyeceksiniz, hissedilen sıcaklığın 35 dereceyi geçtiği günlerde insanın içi kar çekiyor.

Kaybolmaya çok meyilli yapıma rağmen bir seferde Peymane'nin önüne geldim. Fakat dükkan ikiye bölünmüş, bir tarafı pizzacı, diğer tarafı ocakbaşı. Öğle arasın için ne fena bir kafa karışıklığı. Oysa her şey daha basit olabilirdi. Pizzacıdan girip ocakbaşı tarafına dönmek gerekiyor gibi geldi bana. E bir de ocakbaşında kimse yok gibi de geldi. İçeri gir, garsonlara sor, sonra ocakbaşının akşamları açıldığını öğren ve onca efora rağmen girdiğin yerden eli boş çık. Nihayetinde bana oraya girmek istemiyormuşum gibi de geldi. İstikamet Cihangir.

Kafa karıştıran girişin yüzünden kaçan balık büyük oldu Peymane çünkü bu blogun ortalama hiti 100. Hesabı sen yap Peymane.


Cihangir'e yönlendim. Bir saatlik öğle arasının önemli bir kısmı yolda geçmiş olacaktı gerçi. Hem de böylesine sıcak bir günde ama olsun. Biraz yokuş çıkmam gerekti ama olsun. Cezayir sokağından da geçeyim diye heves yapmamın bedeli olarak merdivenlerden indim ve aynı yokuşu yine çıkmam gerekti. Artık bu son yokuş fazla gelmişti. Son yokuş, rakının dördüncü dublesi gibiydi. Sana geleceğim Kardeşler Kebap, lahmacununu yiyeceğim. Ama bir dakika, hani kebap yiyecektim? Ne kadar da çabuk geçiyor hevesler...

Cihangir'de oyuncuların takıldığı Firuzağa kahvesinin yanındaki Kardeşler Kebap, televizyon gurmelerinden öğrendiğimiz jargonla fiyat/performans oranında yaşayan bir efsane. Üstelik Kebap yerken yan taraftaki kahvede televizyondan aşina olduğunuz bazı oyuncuları görme şansınız var. Ben tv izlemediğim için kimseyi tanımıyorum. Herkesin tanıdığı Beren Saatçi'yi de orada görmek de pek olacak şey değil. Hem görseniz ne olacak, yanında belki de Kenan da olacak. Asrın en olmaması gereken evliliği deyip devam ediyorum.

Garsona merhaba diyerek yerime oturdum. O bana merhaba demedi ya da umursamaz şekilde, iş olsun diye dedi bilemiyorum. Ben verdiğim selamı alamadım. Kaçan balık büyük oldu Kardeşler Kebap'ın ekşi suratlı garsonu, sana vereceğim bahşiş benim cebimde kaldı. O bir lira günün geriye kalanında benim cüzdanımda şıngırdamaya devam edecek.

Bir lahmacun ve bir de soda söyledim çünkü diyetteyim. Lahmacunumu beklerken kahvedekileri izlemeye koyuldum. Esas müdavimlerinin yılın bu mevsiminde Kaş'ta olduklarının bilincinde, içlerinde benim yazdığım filmlerde oynayacak olanlar var mıdır” diye düşündüm. Vardıysa kim bilir karakterlerini ne kadar iyi anlayabileceklerdi. Televizyon için yazdığımda diyalogdaki vurguyu, espriyi anlamayıp hep doğaçlamaya kaçan bir oyuncunun beni nasıl çıldırttığını hatırladım bir an. Dümdüz okusa komik olacak metinlerin anasını ağlatırdı eşşoleşek. Bir yerde karşıma çıksa dövecekmişim gibi gelirdi. Bir gün, dizi bittikten iki sene sonra Kadıköy'de karşıma çıktı. Kıyamadım.

Alışılmış lezzetteki nefis lahmacunumu bitirdim, oyuncuları kendi hallerinde bırakıp dönüşe geçtim. Galatasaray lisesinin duvarının cılız gölgesinin üzerinden, sokağın diğer yanından gelip de bu gölgeden faydalanmak isteyen başka insanların  omuzlarına sürterek yanlarından geçtim. İstikale çıktığımda İngiliz konsolosluğunun sokağına doğru teyakkuza geçmiş çevik kuvvet polislerinin yanından korkarak ama bu duygumu belli etmeyerek geçip gittim. Kim bilir kimlerin canını yakacaklardı yine.

No comments:

Post a Comment