Monday, August 24, 2015

Sürahinin Hatırı (Alt Başlık: Arbeit macht frei)


Pazartesi stresini yenmenin en güzel yolu pazar da çalışmak demişti bir şair arkadaş. Bunu demek için şair olmaya ne gerek yok değil mi? Zaten arkadaş da şair değildi. Tamam itiraf ediyorum, bu arkadaş bendim.

Bu hafta benim için pazartesi erken başladı. Detaylarına sonra gelirim. Ama önce bir yemek yiyelim çünkü çok acıktım. Bugün istikamet Tünel'deki Helvetia. Orası Asmalımescit sayılıyor da olabilir ama Tünel'e daha yakın. House Cafe'nin hemen karşısındaki ev yemekleri yapan mekana ilk açıldığından beridir giderdim. Restoran artık olgunlaşmış ve bana göre altın dönemini yaşıyor. Aynı anda 45 çeşit yemek sunan her mekanda olduğu gibi yemekler çok ahım şahım değil, fiyatlar kurtarıyor ama daha da önemlisi bence burası gerçek bir ruh hastası tarafından işletiliyor. İçerideki yeme düzeni, müessese kuralları o kadar titizce konmuş ve dikkatlice uygulanmakta ki sanki yemek yemiyor, kütüphanede kitap okuyorsunuz. Öyle güzel bir sessizlik. Yüksek tavanın altında cami avlusunda yemlenir gibi beslenen insancıklar düşünün. Ramazan kuyruğunu atlatmış dar gelirler gibi minnettar ve bir o kadar da aç.  Ama çok mutluyum burada. Zaten anneannemin evindeki sürahinin aynısının olduğu üstelik içebildiğin kadar suyun bedava olduğu bir mekanda mutsuz olmak mümkün mü? Ah anneanneciğim ah. Şimdilerde dayımın küçüklüğünden başka hemen hiç bir şey hatırlamayan bu hanım kadın evine gittiğimde nasıl da güzel beslerdi beni. Kaç köfte istiyorsun derdi, beş dersen on yapardı. Bakın siz beş köfte istersiniz o on yapar. Bunu anneniz bile yapmaz. Siz beş dediğinizde anneniz en fazla altı köfte koyar, Bilemedin yedi. Babaanne sekiz koyabilir. Yenge dört. Resmen köfte endeksi buldum bakın. Teyze de anne kadar köfte koyar. Gerçi teyze anne yarısı olduğu için onun iki buçuk buçuk köfte koyması tahmin edilebilir ama yok yok hiç bir teyze yapmaz bunu.

Mekandaki çok titiz, adeta mükemmel idare hırsı sizi biraz yorabilir de. Mesela ben son lokmamı ağzıma attığımda bir nazi kampında çalışıyormuşcasına katılıkta bir hanım sesi "masa ikiye hesap" diye seslendi kasaya. En azından ağzımı silmem beklenebilirdi çünkü belki başka bir sipariş de verebilirdim. Fakat o kız anladı yahu vallahi de anladı. Bitti bunun yemeği, gider bu dedi. O esnada talihsiz bir müşteri çay isteyecek oldu, içimden dedim ki burada yoğun saatte hayatta çay servisi yapmazlar dedim. Nazi kız da öyle dedi. Çay yok dedi. Arbeit macht frei.

Şimdi de sizlere bir pazar gecesi hikayesi anlatayım.  Pazar gecesi beraber çalışma ihtimalim olan bir yapımcıdan telefon geldi. Acilen Cihangir'e gelmemi, elinde patlayan senaryonun toparlanması için yardımıma ihtiyacım olduğunu söyledi. Doğrusu gururum okşanmadı değil. Fakat şimdiye kadar o kadar çok yarı yolda bırakıldım ki yapımcıların samimiyetine de güvenemiyorum. Çalışmamı istiyorsan hesabıma bir beş bin at demek lazım ama diyemedim. Pekiyi ben ne dedim, tabi hemen geliyorum adres alayım dedim. Bedava çalışan bir fahişe düşünün. İşte o fahişe benim. Herkes beni düzmek istiyor. Yine de işin güzel tarafından bakalım haydi. Kadıköy- Cihangir taksi paramı ödediler. Hatta taksi git gel 85 tuttu, onlar bana 100 verdi. 15 lira cepte. E bir de gittiğimiz mekanda buzlu soda içtim. 5 lirada oradan desen toplam 20 lira fena değil. Geçen haftaki buluşmada da kadehi 18 lira olan rozeden iki kadeh içmiştim. Ne etti 20+36= 56. Oha yani uzun zamandır bu kadar parayı bir arada görmemiştim. Buna da şükür. Hikayelerini de toparladım bu arada ama onlar yine dağıtırlar. Bırak dağınık kalsın demek mi lazım ne lazım. Bilemedim.




No comments:

Post a Comment