Tuesday, September 22, 2015
Serdar-ı Ekrem, Doğan Apartmanı.
Öğlen yemeklerimi Şişhane-Tünel tarafında yediğimde bazen kahve içmek bazen de sırf havasını alayım diye geçtiğim Serdar-ı Ekrem, belki de İstanbul'un en güzel, en zarif sokağı. Galata Kukesi'ne çıkan sokağın merkezi ise Tarkan'ın bir, Sezen Aksu'nun iki, Okan Bayülgen'in üç daire sahibi olduğu 105 yaşındaki "Doğan Apartmanı." İnsan merak edip bakıyor tabi, bakmadan olmuyor, 2 milyon dolar civarında daireler. Bir de komşularınızın sizi onaylaması lazımmış. 2 milyonun üstüne 1 milyon da komşuları satın almak için veririm diyenleri tutmayayım, o kadar paraya değer mi bilmiyorum. Hiç bir zaman o kadar param olmayacağı gerçeğini bir kenara bırakarak, olduğunu varsaydığımız bir ortamda da oradan daire almayı düşünmem. Okan Bayülgen'i sevmiyorum çünkü. Şaka yapıyorum, elbette bu belirleyici bir sebep olamaz. Zaten Okan Bayülgen'i kim seviyor ki? Öyle olsa o binada kimse yaşamazdı.
Ne diyordum, evet buradan daire satın almak istemezdim ama elime aniden güzel para geçse, ne bileyim TRT için çekilecek olan filmimi sinemada da gösterime sokmaya karar verseler, film patlasa, Hollywood biz bunu adapte edeceğiz deyip telifini alsa, yani elime şöyle bir beş yüz bin lira geçse buradan bir yıllığına bir daire tutmak isteyebilirim. Çünkü başka başka güzel binalar ve yerler de var ve nereye gitsen aklın bir diğerinde kalıyor. Bu bağlamda tüm sermayeyi tek eve bağlamakta hareket kabiliyetini sınırlıyor.
Bakın ne anlatacağım. Eskiden çalıştığım bir şirkette çok fazla mesai yapardım. Ben fazla mesai ödemiyorlar sanıyordum. Fakat bir gün, herhalde bir dava kaybetmiş olacaklar, 3,5 senelik fazla mesaimi bana bir seferde ödediler. Maaşım dört bin lirayken yirmi bine yakın para almıştım. Hemen o yaz Büyük Ada'da bir daire tuttum. Paranın tamamına yakını bu işe gitti. Tuttuğum çatı katının iki cephesinde iki ayrı terası vardı. Bunlardan birisi İstanbul sahillerine, diğeri ise Heybeli'ye ve Marmara'nın güneyine doğru bakıyordu. Orada harika bir yaz geçirdik. Eşimle bir gün paramız olduğunda bu evi satın almanın hayalini kurduk. Fakat şimdi düşünüyorum da o yazın o kadar güzel olmasının bir sebebi de yaz bittiğinde evden çıkacak olmamız, o evi hep özleyeceğimizi bilmemizdi. Yaz aşkıydı ani bu. Sonrasında defalarca adaya gidip o binanın sokağından çıktık. Başımızı kaldırıp terasa baktık, anılarımız canlandı. Çatıdaki martı yavrusu Canısın'ı (adını biz koymuştuk tabi) düşündük. Oğlumuz olduktan sonra da iki kere gittik. Kapıyı itsek açılır mıydı? Evin Fransa'da yaşayan Yahudi sahibi hala daireyi tutuyor muydu? Orada bizden sonra kimse yaşamamış gibi duruyordu. Ya gel bir çıkalım kilidi bozuktu dedi eşim bir keresinde, oradan içeri kafasını bir kere daha sokmak için sabırsızlanıyordu. Bizim ihtiyacımız olan zamanda bir kapıydı, gerçek kapıyı ittirip girsek ne fark ederdi?
Doğan Apartmanı da sadece güzelliği değil, yaşı, yaşanmışlığı, belki mevcut komşuları ile değil fakat yüz yıl içinde ağırladığı kişilerin ağırlığı ile en azından bir sene, içinde yaşamayı çok ama çok cazip kılıyor. Değil dairelerin, binanın içine bile giremesek de sokağından geçmek, sokağın karşısında apartmanın duvarına bakan kahvecilerden birinde espresso içmek çok ama çok güzel.
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
No comments:
Post a Comment